19 Aralık 2007 Çarşamba

ALLAH

“Allah”, gerçek ilahın zat (özel) ismidir, “Allah” zat ismini, özel isim olarak düşünebilmek, kavrayabilmek için, Allah’ın selbi ve subuti bütün zat sıfatları ile, fiili sıfatlarını bir arada tasavvur etmek, sonra hepsini bir bütün olarak ele almak ve öyle ifade edebilmek gerekir. Selbi sıfatlar; Vücud (varlığının vacip oluşu), kıdem (varlığının ezeli oluşu), beka (varlığının sonsuz oluşu), vahdaniyet (tek ve benzersiz oluşu), kıyam bi-nefsihi (varlığının kendinden oluşu ve muhtaç olmayışı), muhalefetün lil havadis (yaratılmışlar gibi olmayışı) sıfatlarıdır. Manalarında olumsuzlama olduğu için selbi denir; vücud mesela mutlak yokluğun olumsuzudur. Bundan dolayı, bu da şu şekilde ifade dilmiştir: “O, zat-ı vacib’ül vucud ki, bütün kemal sıfatlarını kendisine toplamıştır.” başka türlü ifadesi de, “Hakkıyla Mabut”dur. Arapça da bu mana belli ve bilinen tanrı demek olan “el-ilah” özel ismi ile özetlenmiştir. Ama, şurası açıktır ki, bizim “Allah” yüce isminden anladığımız mana, bu manaların hepsinden daha açık ve daha mükemmeldir.
“Allah” ismiyle Allah’tan başka hiçbir ilah çağırılmamıştır. “Sen O’nun bir adaşı olduğunu biliyor musun?” Meryem-65 ayetinde de vurgulandığı gibi, O’nun adaşı yoktur. Bundan dolayı Allah’ın isminin ikili ve çoğulu da yoktur. Hiçbir dilde eşanlamlısı yoktur, genellikle çağrıştırıcı, ya da “Allah” isminin bir parçasını ihata eden isimlerdir. Müşrik Araplar da, Allah ismini Cenab-ı Hak için kullanırlarken, O’nun dışında taptıkları putlara ‘ilah’ derlerdi. Allah isminin dilsel açıdan tarihi hakkında bilgimiz, tıpkı kendisi hakkındaki bilgimiz gibi kuşatıc ve mükemmel değildir. Öyle bir kelimedir ki, bu kelimenim aslını göstermek, türediği, türemiş olabileceği kökü göstermek imkansızdır. Asr- saadet’te bütün Arapların bu ismi tanıdığı ve kullandığı kesindir, sonra bunun İsmail (as) zamanından beri geçerli bir kelime olduğu bilinmektedir, bu itibarla Arapça olduğu şüphesizdir. Böyle olunca, Allah isminin Arapça’da benzeri olmayan bir kullanış şeklinin bulunduğunun görürüz. Bu yüce isim, lisan açısından da müsemması gibi bir ezeliyet perdesi içindedir. Ebu Hayyan “Allah ismi hemen söylenmiş bir sözdür ve türememiştir, yani ilk kullanıldığında Yüce Allah’ın özel ismidir”, Razi ise “ Bizim seçtiğimiz görüş şudur: Allah kelimesi, Yüce Allah’ın özel bir ismidir ve başka bir kelimeden türenmemiştir.” derler. Özetle, Allah kelimesi, türemiş ve başka bir dilden Arapça’ya geçmiş olmayıp başlangıçtan itibaren özel bir isim olarak kullanılmıştır, ve Yüce Allah’ın zatı, bütün isimler ve vasıflardan önce bulunduğu gibi “Allah” ismi de öyledir. Allah ismi uluhiyet vasfından değil, ilahlık ve mabudiyet vasfı O’ndan alınmıştır. Allah, ibadet edilen zat olduğu için Allah değil, Allah olduğu için kendisine ibadet edilir. O’nun “Allah”lığı tapılmaya ve kulluk edilmeye layıklığı kendiliğindendir, insan puta tapar, güneşe tapar, ineğe tapar, taptığı zaman onlar ilah, mabut olurlar. Daha sonra bunlardan cayar, tanımaz olur, o zaman onlar da iğreti alınmış mabudiyet ve tanrılık özelliklerini kaybederler. Halbuki insanlar, ister Allah’ı mabut tanısınlar, isterse tanımasınlar, O bizatihi mabuttur. O’na her şey ibadet ve kulluk borçludur, hatta inkar edenler, tanımayanlar bile.
Kuran bize bu en yüce ve en büyük zatı, eksiksiz sıfatları ve isimleriyle tanıtacak, bizim ve kainatın ona olan ilgi ve alakamızı bildirecektir. Böylece, “Allah” diye adlandırılan en büyük ve en yüce Zat kainatın meydana gelmesinde, devamında ve olgunlaşmasında nasıl bir ilk sebepse, “Allah” yüce ismi de ilim ve irfanımızın dilinin öyle özel ve yüce bir başlangıcı, sebebidir. Allah (cc)’ın varlığı ve birliği kabul ve tasdik edilmeden kainatı ve düzenini hissetmek ve anlamak bir hayalden, ve aynı zamanda telafisi imkansız olan bir acıdan ibaret olacağı gibi, ‘Allah’ ismi üzerinde inşa edilmeyen, birleştirilmeyen ve düzene konmayan, imanımız, ilimlerimiz, sanatlarımız ve bütün eğitimimiz de iki ucu bir araya gelmeyen ve varlığımızı silip süpüren dağınık fikirlerden, anlamsız bir yığından ibaret kalır. Nedensellik, sebebin müsebbebi (sebep olunan) ile bağıntısı, orantısı ve kalıcılığı kanunu, bütün ilimlere hakim olan en büyük kanundur. Bunun için nedensellik alanında birleştirilemeyen ilim bulamayız. Mümkün olan gerçekler üstünde varlığı zaruri olan Hak, gerek ilmimizin, gerek varlığımızın ilk başlangıç noktası ve ilk sebebidir, ve ‘Allah’ onun ismidir. ‘Allah’ yüce ismi, bütün duygularımızın, düşüncelerimizin ilk şartı olan öyle derin ve bir tek gizli duygunun hiçbir engel olmaksızın doğrudan doğruya gösterdiği yüce Allah’ın zatına delalet eden, yalnızca ona ait olan özel bir ismidir. Bir isim, eğer, önce zihindeki bir mana, ve sonra o mana vasıtasıyla zatın ismi ise “özel bir isim”dir. Zihindeki bir mana olmayarak yalnızca ve bizatihi belli zatın ismi ise “bir özel isim”dir. Birincisinde kelimeden anlaşılan manaya, manadan gerçeğe geçeriz ve ismi bu mana ile tanımlarız. Mesela, Allah, bütün eksiksizlik ve olgunluk vasıflarına sahip bulunan, varlığı zaruri olan zatın ismidir, deriz. İkincide, bizatihi bulunan gerçeğe intikal ederiz.
Her söz başlangıçta bir ismin tecellisini anlatır. Kuran da bize yüce Allah’ı önce isminin tecellisiyle anlatıyor: Bismillahirrahmanirrahim, elhamdülillahirabbilalemin,... Bundan dolayı, Kuran’a başlarken, doğrusu, hiçbir düşünceyle meşgul olmayarak önce “Allah” ismini bir zat (özel) isim olarak alacağız. Ve O’na dair her hissimiz, bilgimiz bu ismi bize anlamlandıracak. Rahman ve Rahim ve diğer isimleriyle bu isme genişlik kazandıracağız, o zaman, yerlere, göklere, sığmayan Allah’ın zat ismini kalbimizde yaratılıştan saklı olan tecellilerini görmeye başlayacağız. İsimlerin tecellisinden, eserlerin tecellisin geçeceğiz, kainatı dolaşacağız, eserlerin tecellisinden sıfatların tecellisine, görünmeyenden görünene geçeceğiz. Görünen alemle ilgili zevkimiz arttıkça artacak, o vakit zatın tecellisi için sevgi ve neşe iler çırpınacağız, bütün zevkler, lezzetler, ümitler bir noktada toplanacak; bazen gözyaşlarını döküp yüreklerimizi ezen günah yükünü yıkacağız, bazen vuslat rüzgarı eserek mutluluk ve hoşnutlukla kendimizden geçeceğiz.

Esmaü'l Hüsna

"En güzel isimler Allah'indir. O'na o isimlerle dua edin.O'nun isimleri konusunda egrilige sapanlari birakin.Onlar yaptiklarinin cezasini göreceklerdir." (A'râf suresi 180.ayet)

"Allah'yn 99 güzel ismi vardir.Bu isimleri inanarak ve manalarini anlayarak sayip ezberleyen cennete gider. Süphesiz Allah tektir,teki sever." (Müslim,8/164)


"Ey Insanlar!Siz Allahü Teâlâ'ya muhtaçsiniz. Zengin ve övülmeye layik olan ancak Allah'tir." (Fatir suresi 15.ayet)

"Allahi anmak mübarek isimlerini okumak kalb ve ruhlarin sifasidir." (Hadis-i Serif)


ESMAÜ'L HÜSNA NEDEN ÖNEMLİDİR?

“Siz Allah’ı bırakıp sadece sizin ve atalarınızın taktığı isimlere tapıyorsunuz. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm Allah’tan başkasının değildir.” Yusuf-40
Bu ayette, ilah, rab, mabud gibi isimler almaya layık olan Allah olduğu halde, müşriklerin, tağutların bu isimleri bir takım ‘şey’lere verdiği belirtiliyor. Yani insanların bu isimler altında tapındıkları şeyler, bu isimleri almayı hak etmiş olmayıp dolayısıyla bu isimlerle ‘müsemma’ olması mümkün olmayan ’şey’lerdir. ‘Şey’lere müsemma ol(a)madıkları isimleri vermek, itikadi noktada küfür, genel olarak zulümdür.
“Halbuki onlar Allah’a ortak koştular. ‘Bari onlara isim verin’ de. Yoksa siz Allah’a yeryüzünde bilmeyeceği bir şey mi haber veriyorsunuz? Yoksa boş laf mı ediyorsunuz?” Rad-33
Ortak koştuklarınız necidir, nasıldır, bunu gösterecek isimler verin bakalım, hak edecekler, taşıyabilecekler mi, yoksa boş laf mı etmiş olacaksınız? Onlar bu isimleri taşıyamazlar, o isimler ‘gerçek’ten bir parça haczedemezler, oysa “Celal ve ikram sahibi Rabb’inin ismi mübarektir” Rahman-78 (bu ayetteki isim ile müsemma aynı şey dersek?!)
“Allah, Adem’e bütün isimleri öğretti, sonra onları meleklere arz edip ‘eğer siz davanızda sadık iseniz, şunların isimlerini bana haber verin’ dedi. Dediler ki, ‘biz seni tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka hiçbir ilmimiz yoktur. Muhakkak sen her şeyi hakkıyla bilensin. Üstün hikmet sahibisin’. ‘Ey Adem, bunlara onları isimleriyle haber ver.’ dedi. Bu emir üzerine Adem onlara isimleriyle onları haber verince, ‘ben size, ‘ben göklerin ve yerin gayblarını bilirim, sizin açıkladığınızı da, içinizde gizlediğinizi de bilirim’ dememiş miydim!’ dedi.” Bakara 31-33